12 Temmuz 2013 Cuma

Sihirli bişeyler yapmalı

    Selam,
   Ehe, yine ben. Blogumu pek kimse okumadığı için kendi kendimle yazışan kaçığın biri gibi geldim kendime, kendime selam verip katmerleyeyim istedim. Baştaki yılışık sırıtmanın sebebi bu :) 

  Çok zaman geçmiş en son yazdığımın üzerinden, baştan sona bir okudum yazdıklarımı da,  eğlenirken psikopata bağlamışım. Bu psikopat halime daha sonra değineceğim. Şimdi gelişmeler aktarayım hemen.

  Yaşlandım: Yılları kovalayan biri değilim, yaşımı sorduklarında afallarım hep,bilmiyorumdur hatta çoğu zaman.. Henüz aynada belirginleşen kırışıklığım da yok, yaşıtlarımın ikişer üçer bebe sahibi olması da yaşlılık hissi doğurmuyor bende. Neden mi yaşlandım? Mesela her zaman yapmak istediğim yamaç paraşütünü yaptım, yıllardır dövme yaptırmak istiyordum, kıydım paraya koca bir dövme yaptırdım. Şu an gelecek ilk parayla pasaportumu çıkarttıracağım yurt dışına çıkma hayalimi gerçekleştirmek için. . Bir yerde okumuştum, hayallerinizi daha fazla erteleyemiyorsanız yaşlanmışsınızdır deniliyordu. İşte o an dank etti, farkettim ki kafamda bir bucketlist oluşturmuşum ve teker teker uygulamaya başlamışım, hayallerimi daha fazla ertelememek güzel de, yeni hayaller kurmaktan da vazgeçmişim...

  Benim bir üç dilek fantezim vardır. İçlerinden biri, o ara en çok istediğim, ama değneksiz de olabilecek bir tanesidir hep, üniversiteyi kazanmak gibi, ya da zayıflamak gibi..Ve o tek dileği amaç edinirim kendime. Kendim için bir sihir yaparım. Uzun süredir üç dilek tutmadığımı farkettim, hayallerimi birer birer gerçekleştiriyorum tamam ama deli gibi, soluksuzca, yarın ölüverecekmişim gibi, telaşla, durup dinlenmeden, daha da önemlisi durup tadını çıkarmadan. Yaşlılık böyle birşey mi? 

  Peki ne oldu da, kendi kendini mutlu etmeyi bilen ve eğlenceli bir insandan, telaşlı, umursamaz ve hatta zaman zaman sinir küpü bir gıcığa dönüştüm. Bu gün otobüsle ofisime gelirken aklıma düştü nedense, artık insanları umursamıyorum dedim. Daha doğrusu, insanların hakkımda ne düşündüklerini umursamıyordum,   kendimin mutluluğunu düşünmediğim, gibi başka insanların mutluluğunu da düşünmüyordum artık. Sadece iç güdüyle yapmak istediklerimi yapıyorum, içgüdüsel olarak hayallerimin peşindeyim, gitmek istediğim düğünlere gidiyorum, gönül alıcı cümleler kurmaya bile zahmet etmiyorum hayır derken insanlara, kabayım. Çabuk sinirleniyor ve hiç birinize ihtiyacım yok diyorum içimden, hatta bazen bile bile sevilmemeye çalışıyorum. Hayattan çok sille yemiş, dünyaya küsmüş yaşlı tipler vardır ya.. Pollyana nın teyzesi gibi, haaii, onun gibi olmuşum ben. 

  İçimdeki kelebeği gömmüşüm,miskini beslemiş onu da sefadan çatlatmışmışım, bilinçsizce yatıyordur bir yerlerde zevkten. İnternet sitelerinden alışveriş yapan, sürekli oyun oynayan, yapmak için para lazım diye istiflediğim pekçok hayalim için para kazanma ve biriktirme telaşına düşen, tam bir geberiğe dönmüşüm. Bu böyle gitmez dimi ama, birşey yapmalı, önce üç dilek tutmalı. 

1. Kelebeğini bul 
2.Pollyana yı tekrar oku
3. Hemen İstanbul'a bilet al, direngeziii

1 Mayıs 2012 Salı

AVUKAT HALLERİ


Sabah 8 de kalktım, dolanıyorum sabahtan beri. Asabiyim, patlayacak gibiyim ama ne yapacağım bilemiyorum. facebookta dolandım, twitterda dolandım, yok anacım küfredesim var ağız dolusu, olmaz, dost erkan ne der diye düşündüm, daha bi sinir oldum. parasızlık diz boyu, Büroyu taşıdım borca battım, aman o ne der bu ne der, ayıp olur diye idare etmeye çalışmaktan anam ağladı. Erkek olsaydım kel kalmıştım, ancak mide ağrısı cinsiyet dinlemiyor. Ağzına sıçayım, dün sabah uyandım ki memlekette Atatürk heykellerine saldırıyorlarmış, şeriat isteriz diye ayaklanmışlar sokaklarda, psikopat rüyası diye buna derler, gel de normal insan gibi git çalış bu canına tükürdüğümün gününde. ertesi gün oldu, 1 mayıs bugün gideyim orda azıcık bağırıp çağırayım rahatlayayım dedim, walla içimden gelmiyor, param yok demiştim dimi, bu dert bağırınca gitmiyor...Annem sabahtan beri iki baharat şişesine baharat doldurmaya çalışıyor, onu siliyor bunu yerleştiriyor, toplam 6 tane çük kadar şişeyi dolduramadı sabah 8-11.30 arası. gidiyorum geliyorum mutfağa, elinde bir cam kavanoz, "bana bak kadın, başlatma şişelerine" diyesim var "onca derdimin arasında bokumdan şeylerle uğraşıyorsun" diyemiyorum. bazen anlıyorum ev hanımlarının asabi kocalarını, zaman zaman oldukça çalışkan karılarını ( ima yok, at gibim koşturuyorlar çoğunlukla) saçma sapan ıvır zıvırlar yüzünden dırdırlanırken gördüklerinde,mına koyiim diyip uçmak istemeleriyle empati kuruyorum şu an. Harbi bi öküz yatıyormuş bu venüs kadınının içinde. ama anlıyorum yani öküz deyip geçme dert binince eşek de olunur öküz de. 
Bu kısımdan sonrasını kalbi darlanmak istemeyen ve sağlam küfür görmek istemeyenler okumasın.

Hay mına koyduğumun adaletsiz dünyası, avukat avukat çıktığım ofisin duvarlarına derz karıp çatlak dolduran, tuvalet temizleyip, kıç kadar odada elinde vida tornavida klozet tamir eden, elbise ve topuklu ayakkabısıyla pencere kenarına tüneyemeyeceğinden perdeleri takamayan ve tüm gün karşıdaki inşaat işçilerinin gözü önünde bacak şov yapmamak için usturuplu diken üzerinde çalışmak zorunda kalan, kira, depozito, tamirci, usta parasının ödemesi aynı güne denk gelen ve cebindeki son kuruşu musluk hortumu almak için harcadığından bugün ofise gidemeyecek olan, tam 6 aydır kıçı kırık cmk nın tam bir yıl önce tuttuğu nöbetlerin parasını ödemesini beklediğinden baro aidatını ödeyeyemeyen, ofisine levhadan silinme ihtar çağrısı gelen, kredi kartı borcu ihtarı yiyen ve aynı gün avukat olduğu için kendisinden tatil paralarının hepsini ödemesi beklendiğinden tatil diye tutturan kuzenlerle uğraşan, gerizekalı ev sahibi bürodaki piknik tüp, çelikle değiştirilen eski kapı ve bir kaç su bidonunu atmayın dedi diye on gündür bidonu neresine koyacağını şaşıran ve en son evsahibine telefon edip "gelin alın kapıya koydum,çalınır" demesinin ardından yarım saat içinde piknik tüplerini çaldıran ve muhtemelen bugun gelecek "siz mi aldınız benim tüpleri" aramasını bekleyen, gavat adam bir mal sahibi olduğundan ve kendisi de evinde oturduğundan bu gavatın ne diyeceğiyle ilgilenmek zorunda kalan 7 yıllık avukatım.annem hala baharat şişesiyle uğraşıyor...

22 Şubat 2012 Çarşamba

nefret edilesi ama atılamayan gereksiz ev eşyaları

"Ben var ya ben, zatı muhteşem,bi zamanlar kıbrıstaydım" veya " ingiltereye gidebilecek biriyim ki ben, ohooo" kültablalarından birini hediye getirirken üstüne resminizi de bastırın canlar, unutuyorum walla hanginiz hangi ülkenin fatihiydi.(ben sizin psikolojinize ediyim diyemiyorum, düşünmüşünüz etmişiniz beni işte ) Bi şişe tekila kapsanız gelseniz free shoptan, ya da bi karton sigara nasıl da içerim ben onları, ölmüşlerinizi de yad ederim hem. (sonuçta yaddan yad-a fark var, hoş olanı var, hoş olmayanı var) Gereksiz, zevksiz, başka başka ülkenin bayraklarından bi hayli müzdarip porselenimsi eşyalarla dolu gereksiz şeyler ve düğmeler dolabımda, yer kalmadı artık. Ben gibi atamayan insanlar için, bir süre sonra kendiliğinden yok olan hediyelik eşya üretseler.( telif istemem,kapın fikri üretime geçin,köşelik fikir.) ( Bi tane daha var, bu sabah tualette geldi, diş macunu kapağı ile haşır neşir olmaktan inatla nefret edenler için, sıvı macun kapları,alırım ben, walla) Fikir üretesim geldi, du bi..

28 Ekim 2011 Cuma

Latte'ye para vermesem, ısmarlatsam, hile yapmış olur muyum?



Sophie Kinsella’ nın “Bir Alışverişkoliğin itirafları” kitabını okumuşsunuzdur belki, en azından filmini izleyenleriniz vardır. Bilmeyenler için kısaca özetleyeyim. Rebecca adında, New York'ta yaşayan ve alışveriş yapmadan duramayan genç bir kadınla ilgili bu film. Öyle ki, icralık olana kadar durumunun ne kadar vahim bir hal aldığının farkında bile değil. Tamam birazcık farkında, ancak kendisini durdurmaya yetecek kadar değil. Sanırım benim durumum da Rebecca’ya benziyor. Baştan başlıyorum. 
Hayatımın kontrolden çıktığını düşündüğümden, bugün bir şey yaptım. Yeni kararlar almak için yılbaşı arifesini beklemeden, oturdum kendim için bir eylem planı yaptım. Daha az uyku, daha çok sorumluluk tarzında bir plan. Planımın en önemli maddelerinden birisi de… ya da ..aynen aktarıyorum.
“Paranı dikkatli harca, unutma ilk sırada kişisel borçların, sonrasında kart borçların, vergi borçların ve son olarak sgk borçların var. Sıralamada kitap almak, yemek yemek, kahveye Sturbucks da 20 lira vermek, çanta koleksiyonuna yeni birisini eklemek ya da görür görmez aşık olduğun küpelere tüm servetini ödemek yok, önce listenin üst sıralarındakini hallet, gerekirse ajandana günlük harcamalarını da yaz. “ güzel değil mi. Bence güzel, ancak bunu yazdıktan sonra insanın aklına ilk gelen “ Oooooo, gerçekten de yeni ve güzel bir ajandaya ihtiyacım var, her gün yapılacakları yazarım, yanlarına da renkli kalemle tik atarım, pembe yazan kalem de almalıyım, D&R da var mıdır ki? ” olmamalı. Hayır! Kesinlikle olmamalı!!
Kızlar, ya da oğlanlar, her neyseniz, işte bu alarm durumudur. Resmen alarm veriyorum. Beynimin her kıvrımı yeni bir şey almaya yönlenmişken, bu kadar borca batmış olmam çok normal.  Yukarıda bahsettiğim kitaptaki kahramanın durumu aslında çok uç bir durumu yansıtmıyor, bence oldukça ciddi bir yüzde alışverişkolik’lik potansiyeli taşıyor. Ben potansiyel olma durumunu çoktan geçmişim. Sanırım alkoliklerde ya da madde bağımlılarında olduğu gibi önce bağımlılığımı kabul etmeliyim, arınma sürecime başlamalıyım ve önce vasıtaları ortadan kaldırmalıyım dedim ve en yüksek limitli Kredi kartımı makasla ortadan kesip çöp kutusuna attım. Yaptım evet, henüz borcu ödenmedi, olsun, ödeme yapmak için veznede sıra beklerim. Cebimdeki nakitlerden kurtulmak ise biraz daha zor oldu. Atmadım tabi, daha kesin bir çözüm buldum. Otorite günlerinin henüz sona ermediğini her an bana kanıtlamaya çabalayan sevgili anneciğimin yanına gittim ve paracıklarımı :(( anneme verdim, her gün bana oradan harçlık vermesini tembih ettim. Ne kadar yalvarırsam yalvarayım kesinlikle fazla vermemesini de ekledim. Annem anlamadı pek, ama halinden hoşnut görünüyordu (Ürkütücü). Şimdilik iyi gidiyorum, tabi bu alışverişi bırakmamın ilk saatleri ve hafta sonu ve evdeyim. Yani “You have no idea my girl !!” , bakalım pazartesi nasıl geçecek.  Bu arada gelelim başlık sorusuna, Latte’ye para vermesem, ısmarlatsam hile yapmış olur muyum :))

30 Ocak 2011 Pazar

ELANTRİS & BRANDON SANDERSON




Arkadaş yayınlarından çıkan ve çıktığında hemen alıp bir çırpıda okuduğum kitap Elantris'e değineceğim. Ama önce Zaman Çarkı Serisi okuyucuların bire bir ilgilendiği Brandon Sanderson'dan bahsetmeden geçemeyeceğim. Zaman çarkını anlatırken,  yazarı Robert JORDAN'ın üzücü ölümü sonrasında seriyi bitirmek ve son cildini yazmak için seçilen ismin Brandon Sanderson olduğundan bahsetmiştik. Yazın dili sade, tabirleri yerinde ve ne istediğini bilen bir yazar oarak tanıdık kendisini. Ancak " serinin son cildinin ilk kitabı olan Fırtına Toplanıyor " kitabının yazarı olarak B.Sanderson kendini hala kanıtlamak zorundaydı. Bir mirası, bir dili ve bir kurguyu miras almıştı. Hem de çok büyük bir ustadan. Bu yüzden türkçeye çevrilmiş ilk kitabı olan Elantris'i aç gözlü bir fantazi okuru olarak değil de tok gözlü bir Robert Jordan okuyucusu olarak okudum. Daha önce de bahsettiğim gibi fantastik edebiyatta benim için en önemli unsur kitabın konusu. Konusunu elflerden, cücelerden arındırabilmiş özgün hikayeleri ve karakterleri olan bir yazar önceliğimdir. Sonra da kitabın anlatım diline bakarım. Sade ve anlaşılır mı ? Kurgusuna bakarım, iyi planlanmış mı, akılda bıraktığı soruları bir bütün olarak yanıtlayabiliyor mu ? 

Elantris bambaşka bir dünyayı anlatıyor. Bu yüzden roman ve yazarı, Tolkienın mirasyedi takımından bin fersah ileride benim için. Büyüye odaklanmış bir hikaye, büyünün terk ettiği bir şehri, Elantris’i anlatıyor kitap. Elantrisin çöküşünden sonra sakinlerinin hayatlarını, büyü varken şehri aç gözlü bir iştahla tüketen sıradan insanların, büyünün gidişiyle dönüştükleri şeyi anlatıyor. Din savaşları üzerine kurgulanmış ana hikaye. Bu noktada hikaye gerçek hayata göndermeler yapıyor. Konu itibariyle testi geçti ...

Dil olarak oldukça akıcı bir kitap Elantris. Tek bir kusuru var, benim gibi inatçı okurları bezdirmeyecek bir kusur olsa da kusur neticede . Kitabın ilk sayfasından itibaren ne demek olduğunu çözmek için bir kaç sayfa ilerlememizi gerektiren yabancı betimlemeler var. Mesela, ilk sayfada seonundan bahsediyor karakterimiz. "seon" ne olaki diyoruz, karıştırıyoruz kitabı, arkasında bir sözlük olmasını diliyoruz. Okurken bazen o kadar yabancılaşıyorsunuz ki kavramları ezberleyeyim derken karakterlerin isimlerini unutuyoruz. Marquez in "Yüzyıllık Yalnızlık" kitabını okuyanlar kitaba eklenen soy ağacı için müteşekkirlerdir eminim ve ne demek istediğimi anlarlar. Bu kusurunu inatla görmezden gelirseniz- ki ben öyle yaptım-  kitabın ortalarına doğru pek çok kavrama alışmış oluyorsunuz. Kitap bittiğinde ise bambaşka bir dünyayla tanış olma ayrıcalığına erişmiş birinin huşu duygusuna erişiyorsunuz. Değer mi değer. :)
Gelelim ikinci kusuru ki,  bu kurguyla ilgili. Mükemmel kurguda şunu farkedersiniz. Yazar sizi kitabın başında alır, kendi kurduğu tuzaklarda kaybeder, yolu yine kendi gösterir ve sizi düze çıkarır, siz yazarın yönlendirmelerine kapılmış yolu bulmakla o kadar meşgulsünüzdür ki yazarın asıl hazırlık yaptığı hikayeyi farkedemezsiniz ve asıl hikaye artık sizin görmenize izin verildiği öçüde şekillenirken aptallaşır, heyecanlanır, şaşkınlığa uğrarsınız. Hikaye bittiğinde ise "mükemmeldi" diyebilirsiniz sadece. Bu duygu mükemmeldi, hadi bir daha yapsana! Elantriste ana hikaye kurgusal olarak o kadar da mükemmel değildi :) Ancak yazarın iyi bir yazar olduğunu ve olayları birbirine bağlama konusunda oldukça yetenekli olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Sizi sürükleyen bir hikaye örgüsü ve bolca iç geçireceğiniz sürpriz var. Hikaye bittiğinde tatmin oluyorsunuz. Çünkü sürükleniyor ve talepkar oluyorsunuz. Bunu yapabilen çok az yazar var. Ancak Elantriste bu duygu geçtiğinde ve geri dönüp hikayeyi kafanızdan kurguladığınızda, bazı bağlantı noktalarının zorlama olduğunu görüyorsunuz. Sanki yazar bağlantı kurmakta zorlanmış ve uyduruvermiş. Mantıken sizi tatmin eden zekice kurgular değil. Bunu Elantris’in yazarın ilk kitabı olmasına bağlıyorum. Henüz pişmemiş bir kurgucuyken yazdığı bir hikaye. Eminim özellikle Robert Jordanın izinden çalışması ona kurgulama konusunda pek çok şey öğretmiştir. Sonuç olarak Brandon Sanderson yazar olarak oldukça iyi, üslübu akıcı ve tatmin edici. Kurgucu olarak biraz daha çabalaması lazım ki aceleye getirilmiş bir hikaye tadı bırakmasın damaklarda. Ancak yineliyorum, değerlendirmelerim Robert Jordan ın mirasına konan B. Sanderson için tok gözle yapılan değerlendirmeler. Bu yüzden biraz acımasız davranıyor olabilirim. 
Elantris son zamanlarda okuduğum en iyi fantastik romanlardan. Eğer bu türün okuyucusuysanız kesinlikle ve şiddetle tavsiye edeceğim bir kitap. Umarım kısa sürede yazarın diğer kitapları da türkçeye çevrilir ve bize yeni kazandırılan bu fantazi yazarından fazlasıyla yararlanırız.

16 Kasım 2010 Salı

BİR EKONOMİK TETİKÇİNİN İTİRAFLARI JOHN PERKİNS -








Cebimde kalan son 10 lirayla olsa olsa bir cep kitabı alabilirim diye gezinirken buldum bu kitabı. Arka kapakta  yazanlar üzerine kapitalizm üzerine bir biyografi kitabı olduğunu anladım. Sıkıcı gelir ama on sayfa bile okusam kardır diye düşünüp aldım kitabı ve başladım okumaya. Aradan üç gün geçmeden yaptığım ilk iş kitabın devamını almak oldu. Eğer dünya siyasetini Türkiye siyasetinden ayırmıyorsanız, Global politikanın sadece Haçlı seferi olduğunu ya da Avrupa birliğine girip turnayı gözünden vuracağımızı düşünmüyorsanız; perspektifiniz Avrupalı gibi hastanede sıra beklemiyoruz, iyi ki varsın sağlık reformu veya dünyayı dize getirdik lan Tayyip zirvede bi koydu...dan daha genişse bu kitabı seversiniz. “ Genelde kapitalizm ve globalleşme hakkında insanlarla konuştuğumda aldığım yanıtlardan derledim yukarıdaki paragrafı.”  Kitaba geliyorum. Yazarı, John Perkins, kendi deyimiyle bir ekonomik tetikçi.  Dünya siyasetinde, şirketokrasi adını verdiği, tüm ülkelerden, tüm dini teşkilatlardan ve tüm oligarşik topluluklardan daha baskın bir düzenin tetikçisi olduğundan detaylarla behsediyor. Tabi bir tetikçinin ne kadar kanıtı olursa o kadar kanıtı var onunda. Ancak tüm dünyada var olduğundan hemen hemen hepimizin şüphelendiği bir düzeni anlatırken, okudukça daha önce algılayamadığımız bazı parçalar oturuyor yerine. Adını hiç duymadığımız devlet başkanlarını, adını duyup tüm dünyanın düşünmesini istedikleri gibi diktatör olarak tanıdıklarımız hakkında daha farklı şeyler öğreniyoruz.  Şahların devrildiğini, İran devrimini, Panamanin küçük ama cesur başkanının CİA tarafından yapıldığı medyaca da aşikar kaza süsü verimiş suikastini, Usame B. Ladin i, Saddam Hüseyin’i, Şirketokrasiye direnen Latin Amerika ülkelerini, şirketokrasiye yağmur ormanlarını kaptırmış ekvator ülkelerini ve çok daha fazlasını okuyoruz. Ülkemizdeki kalkınma projeleri adı altında yapılan yatırımlara, daha farklı gözlerle bakıyoruz. Şirketokrasinin ana politikasının ülkeleri kalkındırmak için büyük bütçeli yatırım planlamaları yaptığı, bu planları destekleyecek elektrik, yol, tesis tahmini ölçümleri ile hükümetlere geldikleri, planlamayı ve ölçümleri ücretsiz yaptıklarını görüyoruz. Aklıma bir ablamın sözü geliyor. Kapına bir satıcı yanaşmışsa ve sana kazançlı alışveriş yapmayı öneriyorsa, kapını suratına kapa hemen.. Çünkü, ağzından çıkan ilk sözü dinlemeyi kabul edersen kendini ikna edilmiş bulacaksın. Durum aynen böyle, hükümetler dinliyor,ET adı verilen ekonomik tetikçilerin yaptığı bu tahminler sonrası çıkan açıkları Et ler kendi firmalara verilecek ihalelerle kapatılmasını teklif ediyor. Bunu yaparken kitabın arkakapağında yazdığı gibi “devlet görevlileri ya satın alınıyor, ya şantaja uğruyor ya da öldürülüyor. Yapılan ihaleler, harcamalar vs sonucu hükümetleri borçlandırıyor sonuçta da ülkeler kendilerini şirketokrasinin siyasi piyonları olarak buluyor. Varsa yeraltı veya yer üstü zenginliklerinin kontrolünü de kaybediyor. Bu durumda hükümet yandaşları vatandaş, kalkınıyoruz diye uyuyor, muhalifler istedikleri gibi bağrınsın, önyargılı kalmış adları, kaale bile alınmıyorlar. Tanıdık geldi mi.. Kitap sıkıcı değil, oldukça akıcı, daha fazla araştırma yapmak isteyenler için başlangıç kitabı niteliğinde. Tavsiye ederim.

7 Kasım 2010 Pazar

geberiğin çilesi.


Miskin in işi başından aşkın, eski oyunlarını buldu sabah akşam onları oynama derdinde, öyle ki, büyük bir hevesle aldığı kitaplar bırakıldıkları yerde tozlanıyor..Kelebek yazdan kalan son dışarda sabahlama fırsatlarını bırakmama derdinde, gelen telefonlara atlıyor bazen, “olur on dakikaya oradayım” derken buluyorum kendimi.. Otokontrolümü ilelebet kaybetmeden önce şu oyun cd lerini kelebeğin eline tutuşturup yok etmem lazım.  Miskin duysa kıyameti koparır. Kolleksiyoncular için hazırlanmış Cd ler onlar, katilsin sennn, diyebilir.Rabbim, şöyle günü 36 saat yapıversen, 12 saat de bana kalsa, dinlensem, üç beş dilekçe yazsam, herkes canı çektiğini yapsa. Napsam da yok etsem cd leri.